Türkiye Okullarında Demokrasi Problemi


Yapay Zeka bu yazı için bunu uygun gördü (?) Aslında üzerinde düşünecek çok şey var. Talep olarak, "okul öğretmen ve öğrenciler" yap demiştim. 


Türkiye Okullarında Demokrasi Problemi

Dilara Kahyaoğlu*



ÖZET

Makale, okullarda demokratik değerlerin ve uygulamaların teşvik edilmesi açısından Türk eğitim sisteminde var olan çeşitli zorlukları incelemektedir. Okul yönetiminde şeffaflık ve hesap verebilirlik eksikliği gibi uzun süredir devam eden bir sorun olan bazı temel konuların altını çiziyor. Bu da kötü bir yönetim kültürüne ve iktidar pozisyonlarına yetersiz kişilerin atanmasına yol açmıştır.

Makalenin gün ışığına çıkardığı en acil konulardan biri, okul liderlerinin seçiminde cinsiyet ayrımcılığı sorunudur. Yazar, eğitim sisteminde önemli sayıda kadın öğretmen olmasına rağmen, bunların sadece küçük bir kısmının okul müdürü olarak atandığına dikkat çekiyor. Bu sadece cinsiyet eşitsizliğini sürdürmekle kalmaz, aynı zamanda liderlik tarzları ve yaklaşımları açısından çeşitlilik eksikliğine de yol açar.

Ayrıca, makale okullarda demokratik süreçleri teşvik etmenin önemini vurgulamaktadır. Yazar, öğretmenlerin, öğrencilerin ve velilerin karar alma süreçlerine dahil edilmesinin bir katılım ve kapsayıcılık kültürü oluşturmaya yardımcı olabileceğini savunuyor. Bu, okul liderlerinin oylama gibi adil ve demokratik süreçlerle seçilmesi ihtiyacını içerir.

Yazının değindiği bir diğer konu da bazı okullarda toplu çalışmanın olmamasıdır. Yazar, öğretmenlerin tükenmişliği önlemek ve öğrencilerine yüksek kaliteli eğitim verebilmelerini sağlamak için iş ve dinlenme arasında bir dengeye ihtiyaç olduğunu belirtmektedir. Makale, okulların öğretmenlerin mesleki gelişim faaliyetlerine katılmaları için yeterli aralar ve fırsatlar sağlaması gerektiğini önermektedir.

Son olarak makale, yapay zeka (AI) teknolojisinin eğitim ve okul yönetimiyle ilgili bazı zorlukları ele alma potansiyelini vurgulamaktadır. Yapay zeka destekli çeviri araçlarının geliştirilmesi, dil engellerini hafifletmeye ve okullarda kültürler arası iletişimi teşvik etmeye yardımcı olabilir. Ayrıca, öğretmenlere ve okul liderlerine yüksek kaliteli eğitim sunmaya odaklanmaları için zaman kazandırarak idari görevleri kolaylaştırma potansiyeline sahiptir.

Sonuç olarak, makale, Türk eğitim sisteminde var olan zorluklara ilişkin değerli bilgiler sağlamakta ve okullarda demokratik değerleri ve uygulamaları teşvik etmek için reformlara duyulan ihtiyacı vurgulamaktadır. Şeffaf ve hesap verebilir yönetişime, okul liderlerini seçmek için adil ve demokratik süreçlere ve okullarda toplu çalışmanın ve kapsayıcılığın desteklenmesine olan ihtiyacı vurgular. Ayrıca, AI teknolojisinin eğitim ve okul yönetimi ile ilgili bazı zorlukları ele alma potansiyelini vurgulamaktadır.

Anahtar Kelimeler: Eğitim, Demokrasi, Oylama, Katılımcılık, Okul, Öğretmen, Yönetici, Müdür, Cinsiyet Eşitsizliği



The Problem of Democracy in Turkish Schools

ABSTRACT

The article delves into the various challenges that exist in the Turkish education system in terms of promoting democratic values and practices within schools. It highlights some of the key issues that have been a longstanding problem, such as the lack of transparency and accountability in school management. This, in turn, has led to a culture of bad governance and the appointment of incompetent people in positions of power.

One of the most pressing issues that the article brings to light is the problem of gender discrimination in the selection of school leaders. The author points out that despite a significant number of female teachers in the education system, only a small fraction of them are appointed as school principals. This not only perpetuates gender inequality but also leads to a lack of diversity in terms of leadership styles and approaches.

Moreover, the article emphasizes the importance of promoting democratic processes within schools. The author argues that the involvement of teachers, students, and parents in decision-making processes can help build a culture of participation and inclusivity. This includes the need for school leaders to be selected through fair and democratic processes, such as voting.

Another issue that the article addresses is the lack of collective work in some schools. The author notes that there is a need for a balance between work and rest for teachers to prevent burnout and ensure that they can deliver high-quality education to their students. The article suggests that schools should provide adequate breaks and opportunities for teachers to engage in professional development activities.

Finally, the article highlights the potential of artificial intelligence (AI) technology in addressing some of the challenges related to education and school management. The development of AI-powered translation tools can help mitigate language barriers and promote cross-cultural communication within schools. It also has the potential to streamline administrative tasks, freeing up time for teachers and school leaders to focus on delivering high-quality education.

In conclusion, the article provides valuable insights into the challenges that exist in the Turkish education system and highlights the need for reforms to promote democratic values and practices within schools. It emphasizes the need for transparent and accountable governance, fair and democratic processes for selecting school leaders, and the promotion of collective work and inclusivity within schools. Moreover, it highlights the potential of AI technology in addressing some of the challenges related to education and school management.

Keywords: Education, Democracy, Voting, Participation, School, Teacher, Manager, Principal, Gender Inequality



GİRİŞ

Demokrasinin yokluğu problemi, Türkiye’de her alanda yaşanılan bir durum. Bu sorun başka ülkelerde de yaşanıyor hiç şüphesiz ama ben en iyi bildiğim ve beni yakından ilgilendiren bir ülkeye ve bu ülkenin bir kurumuna yoğunlaşacağım: Okullar.. Bu yazının ana hedefi bu çünkü.

Kolayca gözleyebileceğimiz, bildiğimiz, ciddi bir soruna değinerek başlamak istiyorum: Türkiye'deki siyasi partilerde demokrasinin “d”si bile bulunmaz. Aralarındaki görece farklara rağmen, hangisini ele alırsanız alın bu böyledir. Bu durum önemli mi? Çok önemli, hele de onların içinden ülkeyi yönetmeye talip vekillerin çıkacağını ve hatta ülkeyi yöneteceğini düşünürsek... Parti üyelerinin kendisi demokrasiyi bilmiyor ve hayatında hiç uygulamamış, yaşamamışsa; bu kişilerin, bilmedikleri bir modeli,*-devleti/ülkeyi yönetirken-*uygulamasına imkan var mıdır?

Demokrasinin tüm kurumlarıyla var olmamasını geçtim, kırıntılarının bile olmaması; ufak, büyük demeden her bir kararı tek bir kişinin alması, çok önemli bir problemi beraberinde getiriyor, getirdi: Yönetememe Sorunu ve/veya Kötü Yönetme Sorunu.. İkisi de iyi bir şey değil.

Bu problemi yani ülkenin kötü yönetilmesi sorununu, ülkedeki felaket anlarında derinden hissettik. Defalarca. Defalarca... Bu durumu eleştiren bazılarımız; yazıyor, çiziyor, söylüyor hatta isyan ediyor ama onlar küçük bir azınlık olarak kalıyor çünkü çoğunluk insana; bu şekilde yönetilmek normal geliyor. Alıştıkları bir şey bu. Ailede, okulda, iş hayatında böyle görmüşler dolayısıyla başka türlü bir yönetimin mümkün olabileceğini düşünemiyorlar.

İbni Haldun "İnsan, alışkanlıklarının çocuğudur." demiş. Göre göre öğreniyoruz. Taklit ede ede öğreniyoruz. Ama o öğrenme sisteminde bireye; bağımsızlık alanı yani özgür düşünmesi ve davranması için bir alan açılmıyorsa, küçük yaştan beri bu şekilde eğitilen kişilerin, kendilerine öğretilenler dışında apayrı bir yol tutturmaları neredeyse imkansızdır. İmkansız değildir. Neredeyse imkansızdır. Bu kısır döngüden kendini kurtarabilenler olmasaydı, insanlık; tarih boyunca aynı çember içinde döner dururdu. İyi ki var olmuşlar. Esas kahraman onlar.

Modern yaşamda “öğrenme” denilen işlemin, kurumsal olarak gerçekleştiği alan, okullardır. Ondan önce ise neredeyse her şeyi; aile ve aile çevresinden öğreniriz. Doğuştan genetik olarak getirdiklerimizi, bu konuyla “doğrudan” bir ilgisi olmadığı için bir kenara bıraktım.

Kaç yılımız okulda geçer? Anaokulunu ve kreşi saymazsak ve yüksek öğrenimde sadece lisans eğitimini sayarsak (hazırlık hariç) yaklaşık 16 yıl ediyor. On altı yıl boyunca tatil günleri hariç her gün sabahtan akşama kadar okuldayız. Milyonlarca insana eğitim veren öğretmenler ve onları yöneten idareciler ve onların da göbekten bağlı olduğu Milli Eğitim Bakanlığı 16 yıl boyunca hayatımızın doğrudan içindedir. Dolaylı değil, doğrudan. Hayatımızın en az 16 yılını dolduran devasa bir hiyerarşik sistemden söz ediyorum. Biz bu sistemin çocuklarıyız.

Okulların Karar Alma Mekanizması Otoriterdir

Sonunda söyleyeceğimi baştan ifade edeyim: Okullarda demokrasi yoktur, itaat etme sistemi vardır. Zaten itaat etmeyeni sistem dışına çıkarırlar.

Peki bu İTAAT Sistemi nasıl işliyor, nasıl uygulanıyor. Esas üzerinde durmak istediğim konu bu.

Tek kişinin yönettiği alanın ülke/devlet değil de onun daha küçük bir modeli olan okullar olduğunu düşünelim. Sistem ve onun tepesindeki mutlak kişi, müdürleri; müdürler de öğretmenleri yönetir. Öğrencilerle muhatap olan esas kişi” öğretmendir. Esasen; öğretmen de sistemin yetiştirdiği bir insandır o da aynı eğitim sisteminden geçerek öğrencilerin başına gelmiştir. Çoğu öğretmen kendini gerçekleştirememiş, bundan mahrum bırakılmış, eksik bir kişidir. Sistem onun kendini gerçekleştirmesine izin vermemiştir, kendi de bunun için çabalamamıştır (istisnalar vardır iyi ki varlar). Doğrusu bu da gerçeğin diğer yüzüdür. Bunu da es geçemeyiz. Kişi; öğretmen olmuştur, kocaman insan olmuştur ama kendini gerçekleştirememiştir. Üzerine yapışmış olan eksiklikleri, hataları ve en önemlisi içine sinmiş olan kötülüğü; iletişim içinde olduğu öğrencilerine, meslektaşlarına aktarır.1

Böyle bir kültürde, ortamda yetişenler zamanı gelince aynı şeyleri kendileri de yaparlar. Bu kısır döngü böyle devam eder.

VE ELBETTE çok az kişi (az kişi ama evet vardır onlar) bu sistemin dışına çıkıp hem sistemi hem kendilerini eleştirip, kendilerini yeniden inşa etme uğraşı içine girerler. Daha iyi ve farklı şeyler yapmak hayalleri, umutları vardır. Sanıyorum; kurtuluşumuz burada..

On yıl bir devlet okulunda ve geri kalan yıllarda da özel okullarda çalıştım. Okullarda demokrasinin işleyişine dair içinde bulunduğumuz durumu; kendi yaşadığım veya tanık olduğum, bildiğim olaylardan anekdotlar anlatarak, sorular sorarak, yanıtlar vererek, örnekleyerek, somutlayarak açıklamaya çalışacağım. Böylece hem anlaşılmam kolaylaşır hem de üzerinde tartışacağımız somut veriler elimizde olur. Ki esas amacım bu. Bu yazıda, insanların dikkatini çekmeyen, ezber cümleler haline gelmiş söylemlerden bahsetmeyeceğim. Olmuşlardan bahsedelim. Bu örnekler üzerinden tartışalım.

Doğrudan konuya giriyorum:

Kararları Bir kişi mi Vermeli?

Vermemeli. Bir kişi her şeyi bilemez. Her şeyi yapamaz. Çok akıl, çok fikir; olabilecek en iyi çözüme ulaşmanın en sağlıklı yoludur. Eğer başımızdaki kişi, bir peygamber, bir kahin ya da bir tanrı değilse. -Eh, olmadıklarını biliyoruz- Dolayısıyla görece en iyi çözüm budur. Ama aldığımız her bir kararın nihai olarak en iyi çözüm olduğunu kabul edip, muhafazakarlaşırsak orada “gelişme” durur. Bunu da unutmamak gerekir diye düşünüyorum.

Karar almak için oylama yapmak şart mı?

Hayır o son adım olmalı. İkna sürecinin yaşanması, argümanların üretilip onların tartışılması ana süreç, ana yol olmalı. Yanlış bir anlayış, bir virüs gibi içimize sinmiş durumda, o da şu: Çoğumuzda demokrasiden anlaşılan sadece şudur: Hemen oylamaya başvurmak. Oylama varsa demokrasi vardır, diye düşünüyorlar. Yok öyle bir şey. Önce açıklama, tartışma ve anlama süreci yaşanmalı. Oylama sonra gelmeli.

Karar alınma sürecinde “baskın karakterler” rol oynar mı?

Oynar. Baskın karakterler veya egemen güç olarak düşünülen kişi, kişiler veya örgütlü yapılar; oylamanın istedikleri gibi sonuçlanmasında elbette rol oynar. AMA...

Oylama olması, hiç olmamasından daha iyi değil midir?

İyidir. Her durumda oylama yapılması, hiç olmamasından daha iyidir. Farklı düşünenler için, mutlak iradeye müdahale etmek için; bir şanstır. Mutlak irade sisteminde ise bu şans HİÇ yoktur.

Aslında okullarda çoğu konuda müdür karar verir. O da tepesindeki müdürden emir almıştır. Müdür yardımcıları bunu öğretmenlere ve öğrencilere iletir. Uygulamaya sokar. Uygulanıp uygulanmadığını denetler. Ne müdür ne de müdür yardımcıları oylama ile seçilmez. Onlar atanır. Kimseye de bir şey sorulmaz. Özel okullarda bu durum daha da vahimdir. Devlet okullarında uygulanan bir çok kural ve prosedür burada uygulanmaz. Özel okullarda; idarecilerin, müdürlerin, öğretmenlerin görevden alınması, hatta kovulması; bir kişinin iki dudağı arasındadır (bu dudak sahibi; yönetim kurulu, patron, genel müdür, normal müdür olabilir). Özellikle özel okullardaki müdür ve diğer idareciler; kendilerini, atama yapan üst yönetime karşı hem borçlu hem de sorumlu hissederler. “Velinimetim” meselesi... Ve de bu sakat işleyişin en vahim sonucu olarak: ne öğrenciye ne de öğretmene karşı bir sorumluluk hissetmezler (istisnalar vardır ve onlar buradaki yargıdan muaftır). Bir çok okulda oylama sadece kurul toplantılarında öğrencinin disiplin cezası kalksın mı kalkmasın mı bağlamında yapılır. Aşağı yukarı hepsi budur.

Bu kıssadan çıkartacağımız hisse: Bizi yönetenlerin; çoğunluğa karşı, yönettikleri kitleye karşı, sorumlu olmalarını istiyorsak; müdürleri, idarecileri oylama ile seçmeliyiz. Oylama ile görevlerine son vermeliyiz. Özel okul, devlet okulu fark etmez. Hepsinde böyle olmalıdır.2

Demokrasiyi uygulamak zordur ama ondan daha iyi bir çözüm bilmiyoruz. Veya daha bulamadık. Bir de şu miti de yıkmak lazım. “Demokrasi” fikri (kavramı değil) yakın çağımızda icat edilmiş bir şey değildir. Adı her ne kadar demokrasi olmasa da, eski dönemlerde de; dominant grup, kişi/kişiler olsa da; kararların yaşlılar meclislerinde alındığını biliyoruz. Nereden mi biliyoruz? Bugün hala yaşayan az sayıdaki örnekten ve sözlü edebiyattan. Bu, bizim tanımladığımız en geniş anlamıyla bir demokrasi değildir. Anakronik bir yaklaşım önermiyorum. Katılımcılıktan bahsediyorum. Birlikte yaşayan insanların, karar alma süreçlerine katılmalarından söz ediyorum.

Yukarıda da belirttiğim durumlara dair birkaç örnek, anekdot..

Demokrasicilik Oynamak” hiç olmamasından daha iyidir.

Yeni kurulmuş bir özel okulda çalışırken okulun kendini tanıtmaya kabul ettirmeye ihtiyacı vardı. İşte o süreçte akılarına demokrasicilik oynama fikri iyi bir fikir olarak gelmiş olmalı ki bir süre buna devam ettiler. Hepimiz de bu “oyuna katıldık”. Çünkü bu yol; öğretmenler (hatta öğrenciler) için de önemli bir deneyim ve kendini gerçekleştirme yoluydu. Katılımınız varsa, karar alma süreçlerine katılıyor, “insan” yerine konuluyorsanız, size değer veriliyorsa; kendiniz oraya ait hissedersiniz. İyi hissedersiniz. Kendini gerçekleştirmenin en önemli adımlarından biri; kişinin yaptığı işe, çalışma ortamına, çalışma arkadaşlarına yabancılaşma (Marksist anlamda) hissetmemesidir. 3

Aşağıda vereceğim bir dizi örnekten çıkartılabilen sonucu baştan yazayım: Bu “demokrasi” uygulamalarının başlangıçta olumlu etkiler yarattığını ama bunun zamanla silindiğini ve esas sonucun öğretmen haklarında geri adım atılması ve akademik alanda gerileme olduğunu düşünüyorum. Bir çok yerde örneği görüldüğü gibi. O yüzden bu örnekleri bilmek, tartışmak önemli.

Bu yakından bildiğim örnekteki süreç şöyle ilerlemişti. Okul yeni olduğu için kendini kanıtlayacak bir belgeye ihtiyaç duydu bunun için de Uluslararası Okullar Konseyi (CIS)’ne eğitim akreditasyonu için başvurdu.4 Sonra şunlar oldu:

  1. Performans Değerlendirme Sistemi ve kavramı; ilk kez hayatımıza girdi bir daha da çıkmadı. Bu ölçme ve değerlendirme sisteminin önce özel okullarda arkasından da devlet okullarında gündeme geldiğini not ederek başlayayım. Benim bulunduğum okulda başlangıçta, 360 derecelik bir ölçmeden bahsediliyordu. Buna göre herkes herkesi (yöneticiler hatta yönetim kurulu da dahil) değerlendirecekti. Sonra ne mi oldu? Kabak öğretmenlerin başına patladı. Sadece öğretmen değerlendirmesi için ölçütler oluşturuldu ve sınıflara ziyaretler başladı ve böylece öğretmenlerin, güya performans ölçümü yapıldı. Güya diyorum çünkü bu sistemi yöneticiler işlerine geldiği gibi kullandılar. Verebileceğim çok fazla somut örnek var bu konuda ama konuyu dağıtmamak için geçiyorum. Çok önemli olan bu konuda ayrı bir yazı ve öğretmenlerle/idarecilerle yapılmış söyleşiler hazırlıyorum.

  2. Okulun mevcut durum analizinin yapılması ve buna göre iyileştirme adımlarının saptanması için yapılan grup çalışmaları yüzünden; çalışma saatleri 8 saatlik çalışma hakkına aykırı bir şekilde artırıldı ve elbette fazla mesai de ödenmedi.5 Hatta haftada bir çarşamba günü saat beş buçukta paydos yapılması kararını verdiler. Bunun geçici olduğu söylendi ama bilin bakalım sonra ne oldu? Bu çalışma saatleri kalıcı olarak kaldı. Merkezden oldukça uzak olan okuldan çıkışta öğretmenler evlerine sekizde, dokuzda hatta yeri geldi onda ancak ulaşabildiler. Ve ertesi gün saat yedi buçukta işte olmak üzere en geç altı buçukta yeniden gerisin geriye yola çıktılar. Okul yönetimi bunu yapabildi çünkü öğretmenlerin sendikası yoktu, örgütlü bir şekilde hakkını arayabilen kimseler yoktu. Bu arada bazı özel okullarda dersini bitiren okuldan gidebilir ama bu yerlerde de birlikte çalışma kültürü çok gelişmemiştir. Doğrusu bunun da iyi bir çalışma ortamı olduğunu düşünmüyorum. Öğretmenlerin hem bağımsız çalışmaya hem de birlikte üretmeye ihtiyaçları vardır. Öğretmenleri ve diğer çalışanları köle durumuna düşürmeden bu ikisini bir araya getirmenin yolunu bulan okul ve eğitim sistemi kazanır.

  3. Bu dönemde başlayan ve diğer dönemlerde de devam eden bir uygulama zuhur etti: Ders esnasında sınıflara çat kapı dalmak, baskın yapmak. Hem de kimi zaman tek kişi bile değil birkaç kişi birden içeri girildi. Bunun öğretmen ve öğrenciler üzerindeki psikolojik etkisi bu işi yapanların umurunda değildi. İdareciler de aynı şekilde baskın gözlem ve denetime tabii tutulsaydı sorun yoktu. Hatta şu uç örneği de hiç unutmam; okula tek kelime Türkçe bilmeyen bir Amerikalıyı müdür olarak aldılar. Bu kişi derslere çat kapı, selamsız sabahsız, izinsiz girer, bir kelime bile anlamadan sınıfta oturur ve öğrencilere o sırada ders yapmaya çalışan öğretmenden memnun olup olmadıklarını sorardı. Bunun nasıl sonuçlara yol açtığını tahmin edersiniz ama en ciddi sonuç bir çok iyi öğretmenin okuldan gitmesi oldu.

  4. Şu konuyu hatırlamışken buradan devam edeyim. Türkiyeli insanların en büyük problemi ezikliktir. Aşağılık duygusudur. Türk, Kürt, Çerkez, Arap, Ermeni, Rum fark etmez. Avrupalı hele de ABD’li değilsen bazı kurum çalışanları kendilerini 19. yüzyıldaki bir koloniye ait iş yerinde çalışıyor zannedilebilir. Hatırlıyorum bir ara okul müdürü teneffüslerde bile çocuklara Türkçe konuşmayı yasaklamaya kalkmıştı. Modern ve entelektüel hayatın bir gereği olarak İngilizce öğrenmek şart. Çünkü bu dil evrensel, ortak bir dil oldu artık. Bu bir gerçek. Türkiye okullarında bu dil genellikle iyi öğretilmiyor. Bu bir sorun. Ama iyi öğretmek adına insan onuru da çiğnenmemeli değil mi?6 Amerikalı olsun da taştan olsun mottasına sahip yöneticiler rakiplerine karşı bir gömlek daha üstün görünebilmek uğruna sırf ABD’li diye bir adamı müdür olarak getirdiler. Bu kişi eğitimden anlamıyordu. Sırf İngilizce bildiği için bir çok yabancı, Türk okullarında çalışma imkanı bulabiliyor. Sözü edilen ABD’li bu kişi; okulu tek başına, tek bir Türkçe kelime bilmeden ve ülke kültüründen bihaber olarak7 yönetmeye kalktı. Okulun kültürü olmaya başlayan, henüz yolun başındaki kolektif karar alma mekanizmalarını ortadan kaldırdı.

  5. Buradan okulları yöneten müdürlerin profili sorununa atlayabiliriz. Yukarıda verdiğim örnek istisnai, uç bir örnek olabilir ama bir çok özel okulda masa işgal eden müdürlerin oraya getiriliş nedenleri çoğunlukla hak ettikleri için yani liyakatten dolayı değildir. Özel okulu yöneten patron ve/veya yönetim kurulu daima kendine boyun eğecek kişileri o makama oturtur.8 Gerçekten eğitimden anlayan birini iş başına getirenlerin sayısı çok azdır. Devlet okulları müdürlerinin seçimi de benzer nedenlerle yapılır. Müdür olacak kişi, iktidarla, MEB ile çatışmamalı, onlar ne diyorsa aynen yapmalı ve en önemlisi ideolojik olarak kendilerine yakın biri olmalıdır. Ve gizli bir madde gibi duran bir şeyden de söz edeyim: Erkek olmalıdır.9 Sonuç olarak eğitimden anlamıyor olabilir, ama bunun ne önemi var? On yıl çalıştığım bir devlet okulundaki müdürün bir çok kusuru vardı. Ama en önemli kusuru kendisine bir şey söylemek üzere odasına gelen (veya çağırdığı) öğretmenleri saatlerce ayakta bekletmesiydi. Hiç abartmıyorum. Böyle bir durumda yapılacak en iyi hareket gidip o boş koltuklardan birine oturmaktır. Kısa sürede size döneceğine emin olabilirsiniz. Saygısız kişiler saygı gösterilmeyi hak etmez.

  6. Diğer önemi husus okulun sahibi (patron okulları) ve/veya yönetim kurulu (vakıf okulları) problemidir. Diyelim bir kişinin parası var ve bu kişi para kazanma, yatırım yapma aracı olarak okul açmayı seçiyor. Bu kişi eğitimci falan değil. Ailesi de işin içine giriyor, okulu bir aile şirketi gibi yönetiyorlar. Mesela adamın oğlu; müdüre, öğretmenlere emir verebiliyor. Onları herkesin içinde azarlayabiliyor. Patron da zaten farklı davranmıyor. Var böyle örnekler ve çok. Tersi az.10 Veya okul bir vakıf olarak kurulmuş olabilir. Bu tip okulların az sayıda mütevellisi vardır. Ve onlar kimleri yönetime seçmeleri gerektiğini bilirler. Bu az sayıdaki mütevellilerin yönetim biçimi, tam olarak oligarşik bir yönetim anlayışına denk geliyor. Sen ben bizim oğlandan mütevellit bir mütevelliler kurulu. Mütevelli sayısını artırma konusunda da pintidirler bu sayı kolay kolay artmaz. Bu durum bir çok vakıfta gözlenen bir durumdur. Yani vakıf okulu deyince aklınıza patron okullarından çok da farklı bir okul sistemi gelmesin. Ve bu okullar MEB tarafından ya göstermelik denetlenir ya da hiç denetlenmez.

  7. Son olarak (şimdilik) liyakatsiz bir şekilde unvan verilme durumlarından bahsetmek istiyorum. Hiçbir deneyimi olmadığı halde sadece İngilizce bildiği için yönetici mevkine getirilen çok insan tanıdım. Beceriksiz ve kifayetsiz (yeteneksiz ama muhteris) insanların ahbap çavuş ilişkileri nedeniyle olmadık yerlere getirildiğini, ve bunların hiç hak etmedikleri halde değerli insanların başına geçirildiğini gördüm. Böylece hakkıyla işlerini yapanların harcandığını gördüm. Hakkı yenen bu insanların küstüğünü veya çekip gittiğini gördüm. Bunlar size tanıdık geliyor mu? Çok yaygın değil mi? Ama utanmazca olan sadece bu değil. Bu çarktan yararlanan kişilerin, bugünkü iktidarı, usulsüzlükleri nedeniyle kınamaları. Kınasınlar ama bunun adı iki yüzlülüktür. Ahlaki olan, eleştirdiğin usulsüzlükleri senin de yapmamandır.

SONUÇ

Yazıya başlarken kullandığım cümleyle bitiriyorum: Kişinin kendisi demokrasiyi bilmiyor ve hayatında hiç uygulamamış, yaşamamışsa; bu kişilerin, bilmedikleri bir modeli; bir okulu, bir kurumu yönetirken uygulamasına imkan var mıdır?

Demokrasinin var olmamasını geçtim, kırıntılarının bile olmaması; ufak, büyük demeden her bir kararı tek bir kişinin alması, çok önemli bir problemi beraberinde getiriyor, getirdi: “yönetememe sorunu” ve/veya “kötü yönetme Sorunu”.

Yukarıda verdiğim örneklerdeki uygulamalara çalışanların müdahalesi olsaydı eğer, bahsi geçen kötü örnekler muhtemelen gerçekleşmeyecekti. Hepimize sorumluk düşüyor. Bu da gerçeğin öteki yüzü.

Bu durumu eleştiren bazılarımız; yazıyor, çiziyor, söylüyor hatta isyan ediyor ama onlar küçük bir azınlık olarak kalıyor çünkü çoğunluk insana; bu şekilde yönetilmek normal geliyor. Alıştıkları bir şey bu. Ailede, okulda, iş hayatında böyle görmüşler dolayısıyla başka türlü bir yönetimin mümkün olabileceğini düşünemiyorlar bile. Oysa mümkün!





DİPNOTLAR

1 Cinsiyetçiliği, ırkçılığı, boyun eğmeyi öğreten öğretmenlerinizi hatırlayın. Gayet ünlü bir okulda, biri (erkek ve edebiyat öğretmeni), öğretmenler odasına gelerek kısa etek giyen bir kız öğrencinin, “venüs tepesi”nin göründüğünden; alenen, güya kızgın ve gülerek bahsetmişti. Esas korkunç olan bu değildi. Esas korkunç olan, odadaki neredeyse herkesin buna gülmesiydi. Çok eğlenmişlerdi. Ortaokulda iken tanıdığım genç ve erkek bir öğretmen, kendisiyle konuşmaya cesaret edemeyen kız öğrencileri dakikalarca tahtada bekletirdi. Güya soru sorardı. Bütün sınıfın çok eğlendiği anlardı.

2 Aslında her türlü iş yerindeki her türlü idareci/müdür vb. oylama ile seçilmelidir. Özel, devlet ayrımı olmadan hem de. Örneğin hastaneleri yöneten başhekimler, üniversiteleri yöneten dekanlar, rektörler (bildiğiniz gibi, böyle bir sistem vardı ve bunu bozdular.)

3[https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/467669#:~:text=Marx'a göre%2C kapitalist üretim,oluşturan en önemli kavramlardan biridir](https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/467669#:~:text=Marx'a göre%2C kapitalist üretim,oluşturan en önemli kavramlardan biridir).

4https://en.wikipedia.org/wiki/Council_of_International_Schools#:~:text=The Council of International Schools,organization aimed at international education.

5 Bir çok özel okulda dersler en geç sekizde başlar. Bu durumda saat dörtte paydos edilmelidir. Ki aslında yine bir çok özel okul sabah saat yedi buçuktan itibaren okulda bulunmayı zorunlu tutar. Zaten servisle gelenlerin başka şansı yoktur. Buna göre; 8 saatlik çalışma hakkını dikkate alırsak üç buçukta paydos edilmelidir. Ki öğle paydosu da bir saat bile değildir. Öğretmenler o satte de çeşitli görevler yerine getirir. Yani koşulsuz bir dinlenme anı değildir. Okullar özel bir çalışma alanıdır. Tıpkı hastaneler gibi. Ama bu durum çalışanların hakkının yok edilmesine yol açmamalıdır. Gerçi devlet okullarında ve bazı özel okullarda; okulda kalma süreleri daha azdır, dersi biten gidebilir. Ama buralarda da kolektif çalışmalar neredeyse hiç denenecek kadar azdır. Dengenin nasıl tutturulacağını iyi hesaplamak gerekir. Örneğin fazla mesai ücreti ödenmesi ilk anda akla gelen bir çözümdür.

6 Ama şu da var. Yapay zekanın hızlı gelişimiyle birlikte dil problemi eskisi kadar yakıcı bir sorun değildir. Ve belli ki daha da azalacak, anında çeviri programlarıyla birlikte bütünüyle sorun olmaktan çıkacak.

7 Hatırlıyorum da; işe alınmasını kalıbına borçlu olan bu kişi; 2015 yılında Ermeni Soykırımı meselesi gündeme gelecek diye özel toplantılar yaptı. Bu toplantılarda her nereden öğrenmişse çok şey biliyormuş gibi bunun soykırımı olmadığını ve onların başına gelenleri hak ettiğini ima eden konuşmalar yapmaya cesaret edebiliyordu.

8 Bu konuya da aşağıda geleceğim: “Patron okulları ve vakıf okulları nasıl yönetiliyor?”

9 a. “CHP’li Taşcıer, ‘Türkiye’de 54 bin 36 devlet okulu bulunuyor, ancak yalnızca 2 bin 904’ünde müdürün kadın olduğu anlaşılıyor. Yani okulların sadece yüzde 5.3’ünde kadın müdür var. Bu apaçık bir ayrımcılığın ilanı” ifadelerini kullandı. Dünya Ekonomik Forumu’nun yayınladığı Küresel Cinsiyet Eşitsizliği 2020 raporunu hatırlatan Taşcıer, “Cinsiyet eşitsizliğinde Türkiye 153 ülke arasında 130. sırada bulunuyor. Etiyopya, Birleşik Arap Emirlikleri ve Burkina Faso gibi ülkelerden dahi geride bir Türkiye var’”. 6 ocak 2020. https://www.milliyet.com.tr/gundem/okul-mudurlerinin-yuzde-5-3u-kadin-6116245

b. “Milli Eğitim Bakanı Özer, şöyle devam etti: ‘Burada da kadınlar lehine bir gelişme oldu. Kadın öğretmen sayımız 500 bindi ve yaklaşık yüzde 40 idi. Bu sayı bugün 1.2 milyona çıktı ve oran yüzde 59’a yükseldi. MEB olarak yeni bir adım daha atacağız. Yüzde 59 kadın öğretmenin yer aldığı bir eğitim sisteminde kadın yöneticilerimizin sayısını artırmak boynumuzun borcudur. 81 ilimizde il müdür yardımcılarımızdan birinin kadın olmasını sağlayacağız. Okul müdürleri ve şube müdürlerinde de aynı yaklaşımı göstereceğiz ve kadınlarımızın eğitimdeki, yönetimdeki temsiliyetlerini artıracağız.’” Bu konuşma 22 mart 2022’de yayımlanmıştır: https://www.yenisafak.com/gundem/milli-egitim-bakani-mahmut-ozer-acikladi-kadin-yonetici-sayisi-artacak-3770987

c.https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2021/02/20210205-1.htmMİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINA BAĞLI EĞİTİM KURUMLARINA YÖNETİCİ SEÇME VE GÖREVLENDİRME YÖNETMELİĞİ

10 Böyle yerlerde vakıf yönetim kurulunun aileleri de devreye girer. Onların bakışıyla; saltanatı süren kocaysa kendisi de an kraliçedir doğal olarak (çoğu kadındır çünkü). Ne kadar tanıdık değil mi?! Öyle hisseder, öyle davranırlar. Eğitimin hiçbir şeyinden anlamayan, teorik ve pratik bilgi eksikliklerine rağmen kendini kaf dağında gören bu kişiler, her şeye müdahale etme hakları olduğunu düşünürler. Benim tanıdığım bir okulda bu işsiz aile üyelerinin esas işi törenleri denetlemekti. Onun dışında duydukları her türlü dedikoduyu gerek okul idaresine gerekse kocalarına taşımak bir numaralı görevleri arasındaydı. Düşük not verdiğini düşündükleri öğretmenlerin kuyusunu kazmak da öyle... Böyle yönetilen okulların zaman içinde çökeceğini tahmin etmek zor değil. Nitekim öyle oldu. Çoğu, bir tabela okulu durumuna düştü.



*Tarihçi, Eğitimci,. İstanbul Üniversitesi. https://www.blogger.com/profile/00769071169443724296






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder